1. hayat çok garip. bakıp da göremediğim şeylerin bilincine varıyorum artık. meğer bazı şeylerin uğrunda ilerlerken bir zamanlar kendine yasakladığın şeyleri bir çırpıda silebiliyormuşsun. ve dahası bu sana iyi geliyormuş. gece daha anlamlı, uyanmak daha huzurlu oluyormuş. dokunamadığın bazı şeyleri öyle hissediyormuşsun ki. işte bu yaşam olmalı, bu yaşamın kendisi. yakılan her sigara bir düşüncede toplanıyor, her düşünce bir kapıya çıkıyormuş. onun adı evrende dahi tanımlı olmayan ve hatta evrene sığamayan bir kelimede saklı kalmış. cemal süreya mı daha iyi anlatmış, ahmed arif mi onu bilemem ama neden bu kadar anlattıklarını daha iyi anlıyorum her gün, her saat başı. çünkü bu insanın vücuduna sığmayan hisler bütünü sadece kaleme dökülebiliyormuş.

    gece gündüze bakarken, ateş böcekleri dünyaya sinyal verirken, romanın son sayfası okunurken, deniz çarşaf gibi serilirken olduğu gibi ruhuma işleyen bu garip duygu, öyle hoşluk katıyor ki.
  2. korkak aptalın tekiyim sözlük.

    cesaretsizliğimi bir uçurumdan aşağı atmak istiyorum artık. kendime verdiğim telkinlerin haddi hesabı yok. diyorum; "verdiğin kararlar, senin kararın olacak, ama hiçbir karar vermeden öylece beklersen bu bir hiç. sen neden hep bir hiçliği tercih ediyorsun? doğru ya da yanlış, kararından pişman olma. yeter ki neyi istediğin belli olsun." ama olmuyor. korkuyorum.

    kalbim acıyor. ailemin silikçe yetiştirdiği kalıplardan çıkamıyorum. "elalem ne der?" söylemini öyle kazımışım ki kafama. insanların tepkilerinden korkuyorum. ailelere ehliyet verilse keşke. ciddiyim. onların hatalarının cezasını yetişen çocukları vermese.

    özgürce ve kendi kararlarını verme yetisine sahip şekilde büyüseler. özellikle de kız çocuğu yetiştirmekse söz konusu; tutsak ve etkisiz büyümesi geleneksel bir aile için işten bile değil.
  3. geceye ayrı bir sevgim ve bağlılığım var.
    çünkü insanlar daha bir güzel, çünkü insanlar uyuyor. bu yüzden her gece sabahlama isteğim; günün aydınlanmasıyla kendini gösteren kuşlar ve cıvıltıları hiç yoktan bir umut katıyor. insanların bazıları günün aymasıyla işe gidecek, bazıları alarmını kapatıp yeniden tatlı uykusuna devam edecek, bazıları uzun zamandır beklediği hayallerine kavuşacak, bazıları üzülecek, bazıları o gün, hayatından birini kaybedip yasa bürünecek, vesaire. dünya büyük ve insanların çok fazla koşuşturmacası ve yoğunluğu var. bazen diyorum ki keşke biraz durup dinlensek, yaşamın akışı yavaşlasa da soluklansak. geceyi bu soluklanmaları daha içten hissettiğim için de seviyor olabilirim. insan seslerini bir kenara bırakıp doğanın kendi sesine kulak verdiğinizde yorgunluğunuzu, yoğunluğunuzu atıyorsunuz bir nebze, küçük bir dost tavsiyesi.
  4. sıkıldım, nefret ettim, ağladım, sinirlendim. bokunu çıkarıp attığınız hayatımın içinden çıkaramıyorum kendimi. mutluluğun yine ne kadar uzak bir gezegende olduğunu ve her ulaşmaya yeltendiğimde tekrar yere çakıldığımı tekrar tekrar hatırlıyorum. doğrusu hatırlatılıyorum. siz sevmeyin olur mu? beceremiyorsunuz. sevmelerine de izin vermeyin. şu gecenin sabahı olmasa da son hayal kırıklığımı yaşamış olup ölüp gitsem. tekrardan ayağa kalkıp sevebilmek için gösterdiğim çabadan da yoruldum. sevgiden de. hoş geldin yine yalnızlık. yine hoş geldin düş kırıklıkları. insanların köküne de turşu suyu.
  5. artık hayatın neresine tutunacağımı bilemiyorum.
    tutunabileceğim bir ülke,
    tutunabileceğim hayaller,
    tutunabileceğim insanlar,
    tutunabileceğim sevgi
    kalmadı.

    ama yaşamak bu şartlarda devam ederken ben güçlü kalmaya, ilerlemeye çalışıyorum. bazı şeyleri, bazı yaşananları, bazı yaşanması tasarlananları unutamıyorum, özlüyorum. yaşanacaklara özlem duyuyorum. ben kendimde güçlü kalamıyorum.
  6. herkesten uzaklaştığım ikinci gündeyim. rahat sayılırım. fakat en büyük noktayı atlamışım. insan kendinden uzaklaşabiliyor mu? bunu başaramıyorum. düşüncelerimden uzaklaşamıyorum. keşke kendi içimden de bir şeyleri 'delete'lemenin bir yolu olsa, bütün kırıklıklarımı, bütün gözyaşlarımı, bütün acılarımı. böyle bir yaşam mümkün mü? bazı şeyler hiç geçmez mi? kendimden koşarak uzaklaşmak istiyorum. bir denizin dibine doğru derinleşmek ve orada yitip gitmek.
  7. dünyaya başka pencereden bakmak, bir ütopya dahilinde ve benzersizliğinde tanımlamaya çalışmak insanı büsbütün yaşamından uzaklaştırıyormuş meğer.

    buna binaen çocukluğumu çok özlüyorum, ama bir yandan da nefret duyuyorum o zamana ait yaşanılanlara. aslında özlem duyduğum yegâne şey: etrafımı tanımlarken yaşadığım o temiz ve saf hâl, iyimserlik hâli. meselâ gece olduğunda hemen uyumam gerektiğini ve yoksa sabahın olmayacağını düşündüğüm hâl. peki insanı böyle kötüleştiren hırs, çaba neyin nesi?

    pencerelerin teker teker geceye kapandığı, ışıkların uyumak üzere söndürüldüğü, gecenin başlamış olduğu an, ben düşüncelerime günaydın diyorum. buyrun gelin, gece uzun, birbirimizle derdimiz neymiş öğrenelim diyorum. yapmasam keşke, gece böyle gece olmasa. ben kendimde boğulmasam.
  8. tahammülüm kalmadı. ne insanlara, ne yaşamaya, ne kendime ne de düşüncelerime.
    yok mu bir formülü bunun?
    bir haftalığına tamamen mutlu bir insanın bedenine sızıversem de ne olduğunu yeniden hatırlasam.
    mutluluk çok nankör, yaşamadıkça unutuyorsun ne olduğunu. onsuz yaşadıkça da dayanamıyorsun bu halet-i ruhiyeye.
    bir yıl boyunca uyusam ve uyanmasam hiç gocunmam. gerçi uyuduğumda da rüyamda sürekli birilerinden, bir şeylerden kaçarken görüyorum kendimi.
    her taraf zindan gibi.
    aynı türkiye gibi ruh halim, üç tarafı savaşlarla çevrili.
  9. dün,
    bugün,
    yarın.

    hangi evrede daha çok vakit geçiriyorum? dünde mi savsaklıyorum, bugünü mü yaşıyorum yoksa yarın ne olacağına mı bakıyorum, bilmiyorum. nerede olduğumu bulamıyorum. bir gün çok pozitif, diğer gün tamamen karamsarım. bir gün çok umut dolu, diğer gün intihara meyilli. neden ve nasıl soruları arasında gidip geliyorum. sürekli bir şeyleri tasarlıyorum gelecek için. bazen geç kalıyorum, bazen bütün tasarılarım yerle bir oluyor. kendimi ve düşüncelerimi sağlam zemine oturtturamıyorum. hep bir dengesizlik hâli, hep bir deprem sinyali. o da gelmedi, gelmeyecek de. adımı söyleyişini dahi özledim ama ümitsizliğime büründüm. yarın'ı bekliyorum bugünden öte. dün mü? o da önceki günün yarını. hepsi aynı.
  10. bugün hayatımın en aptal insanlarıyla 2 saat aynı masada oturmak mecburiyetinde kaldım. hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim ve bir kez daha anladım ki az konuşmak ne kıymetli bir şeymiş.

    adam bana çalışan kadınların %99'unun bakıcı tuttuğunu söylüyor. ee? sonra yemek yapmayan ev temizlemeyen kadını hiçbir erkek almazmış. allahım sırf yakın arkadaşıma ayıp olmasın diye o masadan kalkmadım. bunun benzerinde onlarca muhabbet, anlatıyorum anlamıyor da öyle saksı kafalı. konuşuyor da konuşuyor ama anlattığının bir ehemmiyeti yok. neyse, böyle insanlarla karşılaşmayalı çok olmuştu umarım bir daha da karşılaşmak durumunda kalmam.